20 yıldır “Amiral Gemisi” Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan Ertuğrul Özkök kendisiyle birlikte patronu Aydın Doğan’ı da batırıp gitti. Bu, geçtiğimiz haftanın en renkli ve önemli haberiydi şüphesiz.
|
|
Ertuğrul battı!
Ertuğrul nihayet battı!
20 yıldır “Amiral Gemisi” Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan Ertuğrul Özkök kendisiyle birlikte patronu Aydın Doğan’ı da batırıp gitti. Bu, geçtiğimiz haftanın en renkli ve önemli haberiydi şüphesiz.
Medya kulislerine ilk önce Ertuğrul’un görevden alınması ve yerine Hürriyet’in Ankara temsilcisi Enis Berberoğlu’nun geçirilmesi haberi düştü.
Doğan Holding’den ertesi gün yapılan açıklamada ise Aydın Doğan’ın da holding bünyesindeki bütün yöneticilik ve üyelik görevlerinden istifa ettiği haberi veriliyordu. Aydın Doğan yönetimi kızlarına devredip köşesine çekiliyordu.
Ertuğrul’un vadesinin tükendiği ve artık son günlerini yaşadığı çoktandır konuşuluyordu aslında.
Son dönemlerinde Apo’ya gül vermesiyle tanınan Perinçek’le kurduğu yakın dostluk bile tek başına Ertuğrul’un yolun sonuna geldiğinin göstergesiydi. Türk siyasetinin “tunç yasası”dır; siyasette Perinçek’le yan yana gelen kimse ya zaten bitiktir ya da bitmek üzeredir de bunun farkında değildir.
Ertuğrul’un akıbeti de bu gerçeği tasdik etmektedir yalnızca.
Aslına bakarsanız Ertuğrul’un kendisi de son yazılarında bu tasfiyenin ipuçlarını veriyordu zaten; “Bu yaz tavşan kıyafeti giyip her şeyi bırakacağım.” Ertuğrul kendisinden de bıkmış -biz de bıkmıştık- bir yazısında da şöyle diyor: “Kendi kendimden kurtulmak istiyorum.”
Ertuğrul şimdi hem kendinden kurtuldu, hem de bizi kendisinden kurtardı ama patronu Aydın Doğan’ı da kendisiyle birlikte batırması, açıkçası biraz sürpriz oldu.
Beklentiler Aydın Doğan’ın Ertuğrul’un yerine başka bir yayın yönetmeni atayıp zevahiri kurtarmaya çalışacağı ve nihai sonunu biraz daha geciktirebileceği yönündeydi. Ama beklenilen olmadı. Aydın Doğan da Ertuğrul’la birlikte tası tarağı toplayıp gitti.
Aydın Doğan şimdi bu 20 yıllık günahının bedelini ödüyor. Müstehaktır.
Emin Çölaşan
Bekir Coşkun
|
Genel yayın yönetmeni değil, emir eriydi
Ertuğrul’un arkasından gözyaşı döken ve ona övgüler düzen meslektaşlarına gelince. Fatih Altaylı gibi en azılı düşmanları bile Ertuğrul’u övmekten geri durmamışlar. Kim bilir belki de Ertuğrul’a bakıp kendi sonlarını görmüşlerdir.
Durumu iyice şirazesinden çıkararak Ertuğrul’un ne kadar büyük bir genel yayın yönetmeni olduğundan dem vurup, Türk basını için bir “rol model” olduğunu yazan yalakalar da çıktı beklenildiği üzere.
Kendisine teslim edilen “Amiral gemisini” batırmakla kalmayıp patronunu da batıran Ertuğrul’un işinde ne kadar mahir olduğu zaten ortada. Bunu tartışmak bile anlamsız.
Ama iş Ertuğrul’un Türk basını için ne anlama geldiğine gelince bu övgüler üzerinde biraz daha durmak gerek.
Fikir adamı olup olmadığını zaten tartışmıyoruz bile, ama Ertuğrul’un kartvizitinde genel yayın yönetmeni yazsa bile hiçbir zaman bir gazeteci olmadığını ve gazetecilik yapmadığını da söylemek durumundayız. Ertuğrul basit bir emir eriydi ve 20 yıl boyunca da Aydın Doğan kendisine ne emrettiyse onu yaptı. Zaten bizzat Ertuğrul’un kendisi bu durumu itiraf ediyor. İstifasından önce katıldığı son televizyon programında aynen şöyle diyor Ertuğrul; “Patronum isterse ceketimi alır giderim... Aydın Bey otur dediği sürece oturur, kalk deyince aynı mutlulukla kalkar bana verilecek iş neyse onu yapmaya devam ederim.”
Necip basınımızın Ertuğrulsever kalemşorlarının gazetecilikten ya da genel yayın yönetmenliğinden anladıkları eğer “patron kalk derse kalkıp, otur derse oturmak”sa buna diyecek yok tabii.
Ama Ertuğrul’un duyduğu mutluluktan anlıyoruz ki bu “yat-kalk” direktiflerinin ucu açık ve nerelere kadar gitmiş bulunduğu da belirsiz.
Ertuğrul ısrarla uzlaşma yolları arıyordu. Bu uğurda pek çok kurban da verildi. Örneğin; Emin Çölaşan AKP ile Doğan grubunun arasını düzeltmek için hemen harcandı ve gazeteden apar topar uzaklaştırıldı. Ama faşizm bununla yetinemezdi. Tanrılara yeni bir kurban vererek uzlaşma çizgisinde ısrar edildi. Başbakan’la ağız dalaşına girme cüretini gösteren Bekir Coşkun tam da bu süreçte tasfiye edildi. Ertuğrul, Emin Çölaşan’ı korumaktan kaçınmış, Bekir Coşkun da Emin Çölaşan gitti ama “ben küreklere asılmaya devam ederim” demişti. Arkasından Ertuğrul büyükbaş olarak Bekir Coşkun’un tasfiyesini sessiz sedasız halletmişti. Ne de olsa kendisi hala gemisini yürüten kaptandı. Ama sarı öküz hikayesinde olduğu gibi sıra ona geliyordu ve Ertuğrul bunun da farkında değildi. Ertuğrul veda ederken “That was a good life” demiş. Bradley’in bir kitabınının başlığından arak bir cümle. Manası da; “güzel bir hayattı”. Yapma be Ertuğrul. Sen buna güzel bir hayat mı diyorsun. Seninkine olsa olsa boktan bir hayattı denilebilir.
|
|
Ertuğrul bir de yazı ve konuşmalarında sürekli “patron” deyip duruyor ki, bu da onun bir emir eri olduğu gerçeğine işaret ediyor sadece. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir gazetesinde, bırakın bir genel yayın yönetmenini, sıradan bir muhabir bile çalıştığı gazetenin sahibinden patronum diye bahsetmez. Zaten gazetelerin künyelerinde de “patron” değil “gazete sahibi” yazar.
Ertuğrul’la Aydın Doğan arasındaki bu çarpık patron-işçi ilişkisi de son derece ilginç. Ertuğrul diyor ki; “Ben Aydın Bey’den yediğim fırçayı babamdan bile yemedim. Ben patronuma kefilim. Kirli hiçbir şeyi olmadığına kefilim. Biz bazen Aydın Bey’e bir şey söylemeye korkarız...”
Bak sen şu Amiral gemisinin genel yayın yönetmenine! Adam genel yayın yönetmeni değil, sanki tamirci çırağı!
İş gazetecilikten söz etmeye gelince Ertuğrul’un ciddi bir çuvallama içinde olduğu da açıkça görülüyor. Bakın bu son konuşmasının devamında ne diyor Ertuğrul; “Genel yayın yönetmenlerini tayin yetkisi Aydın Bey ve ailesindedir. O sorunun da muhatabı Aydın Bey ve kızlarıdır. Genel yayın yönetmeninin kim olacağına aile karar verecektir. İyisi de budur.”
Bunlar herhalde Ertuğrul’un giderayak verdiği son gazetecilik dersleri olsa gerek! İnsaf; insan en azından lafta bile olsa, gazetenin yayın kurulu ya da çalışanları buna karar verir filan der. Ama ne gezer. Bir gazetenin genel yayın yönetmeninin kim olacağına gazetenin patronu ve kızları karar verirmiş! Bir meslek herhalde ancak bu kadar ayaklar altına alınabilir. Ve gazetecilik mesleğini bu kadar ayaklar altına almak için de Ertuğrul gibi genel yayın yönetmeni olmak gerekir herhalde.
Ertuğrul’un bu 20 yıl boyunca patronu adına yaptığı iş takipçiliğine, bir dönem Ecevit taraftarı iken başka bir dönemde Özalcılığa çark edilmesine, ihale pazarlıklarından, Hürriyet’in siyasal iktidarlarla Doğan Holding arasında bir pazarlık unsuru olarak kullanılmasına, petrol rafinerilerinden kağıt stokçuluğuna kadar pek çok şeyi de hesaba kattığımızda ortada ga-zetecilik adına ne kaldığı da cabası.
“Faşizmle uzlaşma olmaz” demiştik sana Ertuğrul!
Ertuğrul ve patronu Aydın Doğan aslında kendi sonlarını kendileri hazırladılar. O nedenle kimse bizden onlara acımamızı beklemesin. Kendi düşen ağlamazmış.
Her dönemin ve her iktidarın adamı bir gazete ve gazetecilik çizgisini AKP’nin iktidara geliş sürecinde de tekrarlamak istediler. En büyük yanlışları da bu oldu. Hatırlarsınız; AKP’nin kuruluşu ve iktidara yürüyüşü sürecinin ve Tayyip’in “değiştik” söylemlerinin en hararetli propagandası Hürriyet sayfalarında yapılmıştı. AKP’nin iktidara gelişini de ilk selamlayanlardandı Ertuğrul.
Ancak Ertuğrul AKP’nin faşist bir rejim kurduğunu göremedi. Ecevitçilikten Özalcılığa, Demirelcilikten Çillerciliğe kadar, gelen her iktidarla arayı iyi tutup ihaleleri götürme alışkanlıklarını AKP iktidarı döneminde de yapacaklarını zannettile. Onun için AKP faşistleşme sürecini ilerletirken her adımda yanında yer aldı Ertuğrul. AKP’nin ikinci kez seçimlerden galip gelmesiyle birlikte işin iç yüzü biraz açığa çıkıp AKP faşizminin kendi medyası dışında hiçbir güce izin vermeyeceği anlaşılınca Ertuğrul bu kez faşizmle uzlaşmanın yollarını aramaya başladı.
İşte tam da bu süreçte TÜRKSOLU sayfalarından “faşizm medyaya acımaz” demiştik. Ama Ertuğrul bizi dinlemedi.
Ertuğrul ısrarla uzlaşma yolları arıyordu. Bu uğurda pek çok kurban da verildi. Örneğin; Emin Çölaşan AKP ile Doğan grubunun arasını düzeltmek için hemen harcandı ve gazeteden apar topar uzaklaştırıldı. Ama faşizm bununla yetinemezdi.
AKP iktidarının desteği ile medyadaki tarikatçı egemenliği artıp yandaş medya devasa boyutlara ulaştığında iş işten geçmişti. Ama Ertuğrul ve Aydın Doğan bunu da göremediler.
Bu süreci Doğan grubuna kesilen vergi cezaları takip etti. Milyar dolarlık vergi cezaları Doğan grubunun ipinin çekilmesi için düğmeye basıldığının göstergesiydi. Artık son raunda gelinmişti. AKP’nin Maliye Bakanlığı ve faşist hukukun bulunduğu yerde Doğan grubunun kendisini kurtarması mümkün olmayacaktı. Maliye ile yapılan uzlaşma görüşmeleri de beklendiği gibi sonuçsuz kaldı. Burada belki de son çare olarak “vuruşarak ölme” stratejisi izlenebilirdi ama ne Ertuğrul’da ne de Aydın Doğan’da böyle bir yürek ve cesaret vardı.
Tanrılara yeni bir kurban vererek uzlaşma çizgisinde ısrar edildi. Başbakan’la ağız dalaşına girme cüretini gösteren Bekir Coşkun tam da bu süreçte tasfiye edildi.
Ertuğrul, Emin Çölaşan’ı korumaktan kaçınmış, Bekir Coşkun da Emin Çölaşan gitti ama “ben küreklere asılmaya devam ederim” demişti. Arkasından Ertuğrul büyükbaş olarak Bekir Coşkun’un tasfiyesini sessiz sedasız halletmişti. Ne de olsa kendisi hâlâ gemisini yürüten kaptandı. Ama sarı öküz hikayesinde olduğu gibi sıra ona geliyordu ve Ertuğrul bunun da farkında değildi.
Yıllardır şarap çeşitlerinden bahsedip entel yazılar döşenen Ertuğrul bir anda sakal bırakarak umreye gidip hacı oluyor, Patronu Aydın Doğan ise Zaman gazetesine çarşaf çarşaf röportajlar verip aklınca iktidara selam çakıyorlardı. Tabii bütün bunlar da nafile çabalardı ve her ikisi için de nihai sona yaklaşılıyordu. Çanlar açıkça Ertuğrul ve patronu için çalıyordu ama onlar devekuşu misali kafalarını kuma gömmeyi tercih ettiler.
İşte şimdi o gün gelmiş bulunuyor.
Artık Ertuğrul da yok Aydın Doğan da.
Şimdi söylenmesi gerekenleri TÜRKSOLU’nda yine aylar önce yazmıştık:
“Frankeştayn’ı siz yarattınız.”
Ve şimdi Frankeştayn’ın kurbanı oldunuz.
“Kolonya kokulu” bir Hürriyet mi?
Ertuğrul bu boşluğu nasıl doldurur bilemeyiz ama Hürriyet’in akibetinin ne olacağını ve yerine ne konacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok.
Aydın Doğan, Ertuğrul’u harcayarak ve kendisi de köşeye çekilerek AKP faşizmi karşısında diz çöküyor ve af diliyor. Ancak bu durumda bile kurtulması mümkün görünmüyor. AKP faşizmi Doğan grubuna öldürücü darbeyi vurana kadar bu süreci devam ettirecek.
Aydın Doğan da şimdi belki Ertuğrul’la birlikte Rodos’ta ıstakoz yarıştırma hayalleri kuruyordur ama Apo ile birlikte hapishanede tespih çekmesi daha kuvvetli bir ihtimal sanki! Hatta bakarsınız Ertuğrul’u da yanına alır. Ertuğrul da böylelikle Apo ile röportaj yapma isteğini gerçekleştirme imkânına kavuşur!
Hürriyet’e gelince. Aydın Doğan’ın Fethullahçı Koza grubu ile Star TV, Vatan ve Milliyet için pazarlık yaptığı biliniyor. Ancak Fethullahçıların esas istedikleri Hürriyet. Zaten daha önce Ertuğrul’un yerine Fehmi Koru’nun getirilmesini açıkça önerenler bile çıkmıştı. Şimdi gidişat tam da bu istikamette gibi.
İster misiniz çok yakında “kolonya kokulu” bir Hürriyet’imiz olsun!
Boktan bir hayattı!
Peki Fransız Ertuğrul bundan sonra ne yapar, ne yer, ne içer? Şimdi medya kulislerinde bu konuşuluyor. En ilginç öneri ise Ertuğrul’un yakın dostu Serdar Turgut’tan gelmiş ve bizce de makul bir öneri. Turgut, Ertuğrul’a şöyle sesleniyor: “Hürriyet’te doldurulması gereken büyük bir boşluk vardı. Şimdi belki Ertuğrul Özkök arada bir penis yazıları yazarak bu boşluğu doldurur.”
Ertuğrul’un veda konuşması da söylendiğine göre oldukça dokunaklı olmuş. Gazeteci dostları pek duygulanmış, hatta ağlayanlar bile olmuş. Ancak tabii bir kısmının duygulanmamış olmasını sadece Ertuğrul’a kıl olmalarına bağlayamayız, zira Ertuğrul’un son sözlerini ancak İngilizce bilenler anlayabilmiş; çünkü son sözleri İngilizce olmuş Ertuğrul’un. Adam Hürriyet’in değil sanki New York Times’in genel yayın yönetmeni!
Ama herkes biliyor ki; logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan ama Türk düşmanlığında en önde koşan bir Hürriyet gazetesinin yaratılmasında en büyük pay hiç tartışmasız Ertuğrul’undur. Türklükle ve Türkiye ile yakından alakası olmayan, Fransız ama İngilizce konuşan bizim Ertuğrul, kalkıp veda sözlerini de Türkçe değil İngilizce yapmış. Buna kim şaşırır ki.
Unutmadan söyleyelim; Ertuğrul veda ederken “That was a good life” demiş. Bradley’in bir kitabınının başlığından arak bir cümle. Manası da; “güzel bir hayattı.”
Yapma be Ertuğrul. Sen buna güzel bir hayat mı diyorsun. Seninkine olsa olsa boktan bir hayattı denilebilir.
Ama üzülme, hangimizinki öyle değil ki!
www.turksolu.org/265/kapak265.htm
Zirve100 |