yeniden entegre

Eser Özaltındere

DTP'nin kapatılması yoksa tezgâh mı?

 

AKP, “kalkışma” noktalarına gelmiş bu kaosa karşı önlem alma yolunu benimseyeceğine, Başbakan hâlâ “… inadına demokrasi, inadına açılım” söylemlerine ısrarla devam ediyor.

Ülke yıkılıyor, AKP “inadına açılım” diyor

Obama basın toplantısında demiş ki; “Başbakan Erdoğan’ı, dini ve etnik azınlıkların Türkiye’ye yeniden entegre edilmeleri için attığı ve çoğu kez zor olan adımlarından dolayı kutladım.”

Vay anasına! Obama, Başbakanı cesareti nedeniyle kutlamış! Yalan da değil! Gerçekten de Başbakan ve AKP’yi; Türkiye’nin etnik ayrıştırılması, Ortodoksluğun siyasi merkezi haline getirilerek Osmanlı dini cemaatlerinin yeniden canlandırılması, Ermenistan’ın ihya edilmesi, Kıbrıs’ın Türkiye’den bütünüyle koparılması konularında kutlamak gerekiyor. Başta “Kürt açılımı” olmak üzere, sömürgecilerin talepleri konusunda ölümüne gidiyorlar. Kimseyi de takmıyorlar.

Başbakan, bütçe görüşmeleri sırasında “inadına demokrasi, inadına birlik ve kardeşlik” derken aynı cümleye “inadına açılım”ı sokmayı da ihmal etmiyor. Ortalık savaş alanına dönmüş, insanlar birbirlerini öldürüyor, polisler linç edilme noktasına gelmiş, otobüslerde gencecik insanlar canlı canlı yakılıyor, polis karakolları taşlanıyor, hayatının baharındaki vatan evlatları Anadolu’nun ortasında PKK tarafından pusuya düşürülüp şehit ediliyor, insanlar taşlarla beyzbol sopalarıyla birbirlerine girmişler, zarar verilen “milli servetin” haddi hesabı yok, kamu düzeni diye bir şey kalmamış; bütün bunların sorumlusu İçişleri Bakanı ise ağzına pelesenk ettiği ve herkese gına getirdikleri “açılım” sözünden bir türlü vazgeçemiyor.

AKP, “kalkışma” noktalarına gelmiş bu kaosa karşı önlem alma yolunu benimseyeceğine, Başbakan “inadına demokrasi, inadına açılım” söylemlerine ısrarla devam ediyor. İş bununla da kalmıyor; ne olduğunu özellikle açıklamaktan kaçındıkları mahut “açılımı” birilerinin engellemeye çalıştığını da temcit pilavı gibi tekrarlayıp duruyorlar. O zaman insana sormazlar mı; iktidar, polis, istihbarat senin elinde olduğu hâlde sözde darbeci Ergenekon sanıklarını yakaladığın (!) gibi açılımı provoke edenleri neden ortaya çıkarmıyorsun diye.

Hatta, AKP’deki bu provokasyon takıntısı o kadar ileri noktalardadır ki, Tokat Reşadiye’deki 7 şehitten sonra dahi Başbakanından Cumhurbaşkanına ve Bülent Arınç’ına kadar bir çok AKP’li, o saldırının PKK tarafından değil, derin güçler ve belki de TSK tarafından yapılmış olabileceğini imâ eden açıklamalarda bulunuyorlar. Allahtan, TSK PKK’nın telsiz kayıtlarını yayınladı da seslerini kesmek zorunda kaldılar. Yoksa, ikinci bir “belge skandalı” daha kapımızdaydı... Yani kısacası AKP, “Kürt açılımına” toz kondurmuyor. Varsa da yoksa da “Kürt açılımı.”

AKP Şeriatçılığı bıraktı Kürtçü oldu

Bilindiği gibi “Kürt açılımı”nın ilk müjdesini de bir yurtdışı seyahati dönüşünde tarafsız(!) Cumhurbaşkanı Gül vermiş, “size sevindirici haberlerim var” diyerek hepimizi sevinçlere gark etmişti. Yine, Bitlis’in Güroymak ilçesinin adını “Norşin” olarak telaffuz ederek de “Kürt açılımı”na Cumhurbaşkanı takviyesi yapmıştı. Nereden bakılırsa bakılsın, “Kürt açılımı”nın “üstlenicisinin” AKP ve kadroları olduğu çok açık ortadadır. Hele de; devletin valisinin, savcısının, hakiminin Habur’da PKK’lı militanların ayağına taşınmasını, Öcalan denilen katilin İmralı’daki lüks dairesinde “yan gelip yatması” ve Kürtçüleri oradan yönetmesi için devletin bütün imkânlarının seferber edilmesini, hücresinin görüntülerinin Adalet Bakanlığı tarafından “naklen” yayınlanmasını da işin içerisine katarsak, AKP’nin “Kürt açılımı”na baş koyduğunu çok daha iyi anlarız.

Ve bu sahiplenme artık, onlara neredeyse “etnik bir Kürt partisi” dedirtecek noktalara ulaşmış durumdadır. Bu Kürtçü tutum sanki, Kürtçü sempatizanlığının onların siyasal İslamcı niteliklerinin bile önüne geçtiği görüntüsünü vermektedir. Hatta öyle ki, daha da uç bir tespit yapılsa ve acaba Siyasal İslam ideolojisi onların Kürtçülüğünü örtmek için bir kamuflaj olarak mı kullanılıyor denilse, hiç kimseye bu söylem pek yadırgatıcı gelmeyecektir.

Ama, bu “Kürt açılımı” projesinin gerçek sahibinin ABD olduğunu da artık üç yaşındaki çocuk bile bilmektedir. Gerçekten de bunun saklanacak hiçbir tarafı kalmamıştır. Çünkü, “Kürt açılımının” içerikleri kesinlikle on yıllar önce hazırlanıp uygulamaya konulmuş “Büyük Ortadoğu Projesi”nin en önemli evrelerinden birini teşkil etmekte ve çok net bir şekilde Türkiye’nin bölünmesini hedeflemektedir.

Diğer taraftan, “Kürt açılımını” hayata geçirmek için türban ve İmam-Hatip konularından bile daha inatçı ve mücadeleci davranan AKP’li Başbakan; iktidarlarının ilk yıllarında, “Ben Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım” demekten kaçınmıyorsa, demek ki “Kürt açılımı”nı, onların ABD ile birlikte hayata geçirmek için uğraş verdikleri bir plan olarak algılamamızda hiçbir sakınca yoktur. Nitekim, Başbakanın ABD’ye on altıya yakın ziyaret gerçekleştirmiş olmasının nedenini de başka türlü açıklamak mümkün değildir. Tabiî bu arada, Başbakan seçilmeden önceki gayriresmî ziyaretlerini de unutmayalım… Doğal olarak insan bu kadar ziyaret boşuna değildir herhâlde diye düşünmeden de edemiyor. Bir de son iki saatlik Obama görüşmesini, bu görüşmeye Dışişleri Bakanı ile not tutucuların alınmadığını, Obama’nın Başbakan’a övgülerini, övgülerin gerekçelerini ve Büyükelçi Nâbi Şensoy’un skandal istifasını da işin içerisine katarsak, Başbakan’ın ABD ziyaretlerinin hangi anlama geldiğini daha iyi kavrayabiliyoruz.

Bunlar esasında herkesin bildiği şeyler ama, geri planda yine ABD çıkarlarını ilgilendiren ve Türkiye’yi daha işin içinden çıkılmaz noktalara taşıyan çok daha büyük ve sinsi oyunların oynandığını iyi bilmemiz gerekiyor.

Amerikancı AKP ABD planına baş koymuştur

Şimdi kendimize şu soruyu soralım: AKP, Türkiye’nin bölünmesine çanak tutan bu “Kürt açılımı”nı niye ölümüne destekliyor? Evet! Arkasında ABD ve AB adlı sömürgeci güçler vardır ama, bunların desteği “oy sandığı” söz konusu olduğunda bir yere kadardır. Ve eğer AKP, Türkiye’nin bölünmesine imkân hazırlayan, sokakların savaş alanlarına dönmesine neden olan, suçsuz insanların yakılmasına, askerlerimizin şehit edilmelerine zemin oluşturan bu olayları görmezden gelip “Kürt açılımı” konusunda burnunun dikine gidiyorsa muhakkak güvendiği bir şeyler olmalıdır. Ayrıca da kriz dargelirlileri inanılmaz boyutlarda etkilemişse, insanlar ekonomik açıdan büyük sıkıntılar içerisinde yaşıyorsa, normalde AKP’nin “Kürt açılımı” adı altında yeni bir cephe açmaması beklenirdi. Çünkü gerçekten de bu açılım denilen ucube ve yaşanılan olaylar, parti farkı, gelir ya da eğitim düzeyi gözetmeksizin her kesimden vatandaş üzerinde çok olumsuz izler bırakacak bir gerginlik ortamının doğmasına neden olmuş, bu durum ise AKP’nin küçümsenmeyecek bir oy kaybına uğrama riskini de beraberinde getirmiştir.

Bu gerginlik ortamı, türban veya İmam-Hatipliler nedeniyle olsaydı, AKP’nin bu riski doğal olarak üstlenmesi gerekirdi. Çünkü varoluş nedenleri söz konusu problematikleri ortadan kaldırma üzerine inşa edilmişti. Ama, “Kürt açılımı” denilen politik yapılanma onların dünya görüşlerini ve programlarını ağırlık bazında çok yakından ilgilendiren, aynı zamanda da bu kadar büyük bir mücadele ile riske girmelerini zorunlu kılan bir gereklilik değildi. Ayrıca, bu kadar büyük bir riski, “demokrasi mücadelesi” şeklinde inandırıcı hâle getirmeleri de söz konusu olamazdı. Zira, onların “demokrasi mücadeleleri”ni “dinsel özgürlükler(!)” üzerinde şekillendirmeleri gerekirdi. “Kürt açılımı”, bütünüyle kendi ilgi alanlarının dışındaydı. Neo-Osmanlıcılık da bunu bir yere kadar tolere edebilirdi. Ve normalde bu açılım, AKP’nin gerçek misyon savaşımına sekte vuracak olan ve onları ilgilendirmeyen, hatta farklı bir alan olması nedeniyle AKP’nin uzak durması gereken siyasi bir paketti. Ama öyle olmadı ve AKP “Kürt açılımına” onu kendi misyonunun da üstüne çıkaracak şekilde endekslendi.

Peki, oy kaybetme riskine karşın acaba AKP’nin güvendiği neydi?

AKP’nin oy kaynakları

Bu dayanaklardan en önemlisi ve belki de birincisi; AKP’nin Türkiye’nin parçalanması da dahil, her türlü olumsuzluğa “duyarsız” kalabilecek robotlaşmış “kemik” oylarıdır.

Şimdi, bu “kemik oy bloğu” hangi kesimlerden oluşuyor onlara bir bakalım;

1-) Sadaka ekonomisinin tutsağı olmuş önemli bir kitle.

Bunlar, çok önemli bir oranı oluşturmaktadır ve AKP’li belediyelerle, AKP’nin devlet imkanlarını AKP lehine kullanmaktan kaçınmayan devlet yöneticilerinin AKP’ye kazandırdığı oylardan meydana gelmektedir. Bu kitle, ağırlıklı olarak AKP’li belediyelerin beslediği, çok çeşitli sağlık ve sosyal ihtiyaçlarını karşıladığı geçime muhtaç halk kesimini içermektedir. Türkiye’de bu kesim çoğunluktadır.

Ve yine Türkiye’de AKP, belediyelerin önemini çok öncesinden kavrayarak Türkiye’nin belediyelerinin büyük çoğunluğunu ele geçirmiş durumdadır. Dolayısıyla, bu geçime muhtaç vatandaşlar “karınlarının doyurulması” ile birlikte birçok “yaşamsal ihtiyaçlarının” belediyeler tarafından karşılanması nedeniyle kesinlikle AKP’ye oy vereceklerdir. Çünkü, bu kesimi Türkiye’nin bölünmesinden ziyade karınlarının doyurulması ilgilendirmektedir.

Sonuç olarak bakıldığında, bu yoğun kitle AKP’nin kemik oylarının en önemli kısmını oluşturmaktadır ve “Kürt açılımı”nın Türkiye adına ortaya çıkardığı olumsuzlukların onlar için ikincil önemde olduğu da çok rahatlıkla iddia edilebilir. Hatta, bu beslenenlerin küçümsenmeyecek bir oranının Kürt kökenli olduğunu ileri sürmek de mümkündür.

Hatırlanırsa, uzun bir süre önce Başbakan bu “sadaka” ekonomisini, “geleneğimizin bir parçasıdır” diyerek “meşru” kılma çabası içerisine girmekten çekinmemişti. Kemik oyların çok büyük bölümü o kesimden elde edildiğine göre, Başbakan’ın bu çıkışını da pek yadırgamamak gerekir.

2-) Tarikat ve müritlerinden oluşan kemik oylar.

Kritik seçimlerde tüm dinci tarikat oylarının ve sermayesinin AKP’nin yanında olacağı gün gibi aşikârdır. Özellikle bunların içerisindeki Fethullahçılar; hem sayısal açıdan, hem etkili konumlarda bir ileri karakol işlevi görme hem de ABD’deki ağırlıkları nedenleriyle çok önemli bir güç olarak ön plana çıkmaktadırlar. Ayrıca gözardı edilmeyecek bir sermaye gücünün de sahibidirler ve AKP iktidarı sayesinde Türkiye’de çok etkin roller üstlenir konuma gelmişlerdir.

Bu tarikatlarda, verilen bir işaretle oylar blok halinde işaret edilen partiye gideceği ve buralarda “dinci doğmaların” belirleyiciliği söz konusu olacağı için bunların Türkiye’nin parçalanması gibi çok kritik konularda duyarlı davranacakları ve bunu kaale alacakları pek söylenemez. Üstelik yine bunların birçoğu Said-i Nursî konseptlidir ve dolayısıyla Kürt kimliği onlara sempatik gelmektedir.

3-) AKP’nin parti olarak üyelerinin oluşturduğu kemik oylar.

Bugün Türkiye’de en fazla üyeye sahip parti AKP’dir. Ayrıca, bu parti iktidarları boyunca kendi zenginlerini yaratarak önemli bir sermaye gücüne sahip olmuştur. Bu parti üyeleri de doğal olarak AKP’nin politikaları doğrultusunda oy kullanacak ve “Kürt açılımı”nı destekleyeceklerdir.

4-) AKP iktidarından nemalananların oluşturduğu kemik oylar.

Bunlar da kendilerine rant sağlayan AKP’nin iktidarını yeğleyecekler ve Türkiye’nin parçalanması sorunuyla pek ilgilenmeyeceklerdir. Çükü bunlar, “göbeğini kaşıyan adamlar” tarikatındandırlar.

5-) Dinin hurâfe boyutunun kölesi olmuş ve körleştirilmiş bir halk kitlesi.

İşte AKP ve Başbakanın “Kürt açılımı” ile diğer açılımlar konusunda “burnunun dikine” ve “inadına” cesaretle gitmesinin güvencelerinden biri bu robotlaşmış kesimlerden oluşmuş “garanti” kemik oylar ve onların örgütlü çalışmasıyla elde edilecek diğer oylardır. Bu oylar onlara, en olumsuz koşullarda ve en kötümser tahminle %30’a yakalaşan bir oy potansiyeli sağlayacaktır. Ve AKP, düzenli yaptırdığı gerçekçi kamuoyu yoklamalarıyla bunun böyle olacağını çok iyi bilmektedir.

Dolayısıyla “Kürt açılımı”nın AKP’ye kaybettirdiği oylar kendisini sarsacak ama yıkamayacaktır.

AKP DTP’nin boşluğunu doldurmak istiyor

Peki, AKP “Kürt açılımı” nedeniyle Türk toplumunun tepkisi yüzünden kaybettiği oyları nereden karşılayacaktır? Kürt kökenli kesimden... Dikkat edilirse, bu açılım tantanası ortaya çıktığı zaman AKP’nin bu konuda inanılmaz bir “acelecilik” içerisine girdiği görülmüştü. Hatta Başbakan, “…Yılbaşına kadar bile vaktimiz yok” gibilerinden bir söylemde bulunmuş; bıyıksız Yusuf Ziya Paşa alelacele Artuk Kürdoloji Enstitüsü’nü kurmuş; yol levhalarının Kürtçe yazılımından tutun da yer isimlerinin Kürtçeleştirilmesine, 24 saat özel Kürtçe televizyonların oluşturulmasına, Kürtçe reklamların başlamasına, Kürtçe harflerin (!) alfabeye sokulmasına ya da buna benzer uygulamalara yönelik girişimler devreye sokulmuş, arkasından Beşir Atalay’ın “Kürt açılımı” ziyaretleri başlamış, derken Habur rezaleti yaşanmış, ama bunların hepsi anlaşılmaz bir acelecilik çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştı.

Evet! Bu telaş, ABD’nin Irak’ı terk etme tarihinin yaklaşmasıyla bağlantılıydı fakat, bugün anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararının alınmasıyla da ilgiliydi. Demek ki, AKP Anayasa Mahkemesi’nin “Yılbaşına yakın bir zamanda” DTP’yi kapatacağının tüyosunu almış ve “Kürt açılımı” konusunda düğmeye basmıştı. Kapatma nedeniyle doğabilecek boşluktan Kürt kökenli vatandaşların oylarını kapmanın hesaplarını yapıyordu.

DTP yerine başka bir parti kurulsa dahi, seçimlere az bir süre kalmasından dolayı bu yeni parti eski gücüne kavuşamayabilir, hatta barajı aşamayabilirdi. Onun bu sendelemesinden “Kürt açılımı” sayesinde AKP yararlanmalı, açıkta kalan oyları kendisine çekmeliydi. Seçimlere az bir süre kaldığı için de bir an önce Kürt açılımını kullanarak Kürt kökenli kesimi tavlamalıydı. Buradan elde edilecek oylarla AKP’nin “kemik oyları” birleştiğinde, Türk toplumunun Kürt açılımına tepkisi dolayısıyla kaybettiği oyları telâfi edebilir ve tekrardan belki de eskisinden de güçlü bir şekilde parlamentoda çoğunluğu elde edebilirdi. İşte o zaman, kimse önünde duramaz ve “Kürt açılımı”nın bütün gereklerini harfiyen uygulamaya sokabilir; Anayasayı değiştirebilir, Kürt kimliğini Anayasaya eklemleyebilir, PKK’lıya ABD’nin istediği doğrultuda genel af çıkarabilir, daha sonraki dönemlerde ise Kürtçeyi eğitim dili haline getirebilirdi. Böylelikle “İslamcılık ve Kürtçülük” parlamentoda tek bir partinin bünyesinde “çoğunluk” olarak “bütünleşmiş” olurdu.

Peki bunlar mümkün müdür? Mümkündür! Peki kimin işine yarar? ABD ve AB adlı sömürgecilerin... “Kürt açılımı”nın arkasındaki hesaplardan biri de kesinlikle ABD denilen sömürgecinin yönlendirmesinde gerçekleştirilen böyle bir hedeftir. ABD’nin son dönem hesapları bu şekildeki bir AKP profili üzerinedir. Demokratik(!) yollardan Türkiye’nin bölünmesi ancak böyle bir AKP’nin oluşturulmasıyla mümkündür. Çünkü, PKK’nın yerine yeni bir gücün ikâme zamanı gelmiştir.

Bakın! DTP önce sine-i millete dönecekti, fakat sonra Öcalan’ın “hapisten verdiği” talimatı üzerine vazgeçti. Eğer bunu yapsaydı, seçimlerde o boşluktan MHP ve CHP de yararlanabilir, Güneydoğu’da tekrar var olabilirlerdi. Oysa şimdi, DTP’nin sendelemesinden arta kalanları sadece AKP toplayacaktır. Belki de AKP ve DTP gizli kapıların arkasında ABD’nin arabuluculuğunda özel anlaşmalara bile girmiştir. Çünkü, Habur olaylarında DTP ve AKP arasındaki dayanışma ve paslaşma artık saklanılamayacak bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır.

Şeriatçılar ve Kürtçüler ayaklanmaya hazırlanıyor!

İşin başka tehlikeli bir boyutu daha bulunmaktadır. Buna geçenlerde Metin Akpınar da parmak basmıştı. Sözcü gazetesine verdiği röportajda kendisi şunları söylemişti:

“…Polis hazırlanıyor, belediyeler kendi içlerinde karate bilen, elektrik coplu sivil ordular besliyor. Türkiye’de 3 bin 200’ün üstünde belediye varsa, bunların 2 bini iktidarın elinde. Yani AKP’li... Ordular böyle kuruluyor işte. Ayrıca rahmetli Turgut Özal’ın zamanında bireysel silahlanma da artmıştı. Yani biraz sıksalar, bir çırpıda sokağa 2 milyon insan çıkartırlar…”

Gerçekten de şöyle bir geçmişe baktığımızda, AKP iktidarının; DTP’nin ortaya çıkmasından itibaren sözde “demokrasi” kavramına sığınarak onun Türkiye’nin her bölgesinde yıllardır gerçekleştirdiği karışıklıkları ve mitingleri kafalarda soru işaretleri uyandıracak şekilde ve ısrarla görmezden geldiğini izliyoruz. Sanki insanda, o partinin isyan provalarında deneyim kazanmasına bilerek izin veriliyor gibi bir izlenim uyanıyor. Bugünlerde ise, o deneyime sahip bir kitlenin içerisine PKK militanları da “topluma kazandırma” kandırmacası adı altında monte edilmeye gayret ediliyor. Bütün bu “kalkışmada” uzman kitlenin yanına, AKP’nin kemik kadroları ile kemik oy potansiyelini de eklersek ve bunun üzerine polis içerisinde var olduğu iddia edilen F tipi yapılanmayı, Kürt açılımının Polis Akademisinde bir çalıştay şeklinde ele alınmasını, polise sürekli yeni alımların yapılmasını, Başbakan’ın sadece polisi demokrasinin bekçisi gibi göstermesini, MİT içerisinde de Ergenekon soruşturmalarının açılmasını, TSK’nın sürekli yıpratılmaya çalışılmasını, hele de yeni silah kanunuyla TSK’nın bypass edilerek “askeri silah ithal” yetkisinin MİT ile polise verilmesini koyar ve bir toplama yaparsak, gelecekte silahlı gücü de olan önemli bir alternatif halk hareketinin nüvesinin potansiyel olarak var olduğunu gözlemleyebiliriz. Acaba, gerçekten de demokrasi, birilerinin söylediği gibi; “zamanı geldiğinde inilecek bir durak” mıydı?..

www.turksolu.org/265/ozaltindere265.htm



EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu
Zirve100
 
 
 
Bugün 544005 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol