Tarih boyunca Yahudi düşmanlığı
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
Önce, genellemelerin sakıncalarına işaret etmeliyim. İngiliz ozanı William Wordsworth bir dizesinde şöyle der: "Sanki benziyor; ama heyhat, ne denli farklı!" Oğul Alexander Dumas'nın da şu sözünü anımsayalım: "Tüm genellemeler tehlikelidir–bu bile!" Tarihte benzetmeler yapıvermenin çekinceleri görülmeyecek gibi değil. Bizim Ermenilerle olan ilişkilerimizin tarihini başkalarının kanlı olaylarının içine katıvermek hem bir ön yargı sonucu, hem de geçmişi anlatmada tarih biliminin yönteminden ayrılıp işin kolayına kaçmaktır. Yahudi ve Ermeni sorunları arasında kökenler, birikimler, koşullar ve sonuçlar ölçütlerinde gerçek farklılıklar görmezden gelinemez.
Pek kısaca, Avrupa tarihinin çeşitli dönemlerinde, bu anakarada ağır basan ve beğenmedikleri kendi "kötü" yanlarını dışa çevirip başkalarına yansıtarak kendilerini "iyi"ymiş gibi gösteren Hıristiyan kümeleri Yahudileri genelde öldürdüler. Öte yandan, Alman Yahudileri kendi devletlerine karşı bu düşmanlığı doğuracak hiçbir şiddet eylemine girişmemişlerdi. Zorunlu Yahudi yerleşme bölgeleri olan ve ghetto denen mahallelerin kimilerinde ayaklanmalar olduysa da, bunlar yıllar sonra yer almıştır. Sonraki bu eylemler Nazi ırkçılığının nedeni değildir.
Kimi yayınlarda Yahudilerin bu barışçı tavrına bir tek istisna verilmektedir. Hershel Grynszpan adlı bir Polonya Yahudisi 1938 yılında Paris'teki Alman Büyükelçiliğine bağlı kançılaryada yazman olarak çalışan Ernst vom Roth adındaki Almana tabancayla ateş edip yaralamış, o da aldığı yaralar nedeniyle kaldırıldığı hastahanede yaşamını yitirmişti. Polonyalı Yahudi Fransız hapishanelerinde iki yıldan fazla kaldıktan sonra, güney Fransa'da Nazi yanlısı Vichy yönetimince işgâlci Almanlara verildi ve öldürüldü.
Hitler, iktidarını henüz sağlamlaştırmadığı günlerde Hindenburg ile (21 Mart 1933). Dachau'daki ilk toplama kampı bu fotoğrafın çekildiği günden bir gün sonra açılacaktır.
|
|
Geri kalan Yahudiler de olabildiğince öldürüldüler. Yolunu bulup kapağı dışarıya, örneğin Türkiye Cumhuriyeti'ne, atabilenler daha önce çok şey yitirdiler, ama hiç değilse paçayı kurtardılar. Yukarıda "Avrupa" sözcüğünün geçmesi "Yahudilere düşmanlık" anlamına gelen antisemitizmin başka yerlerde, örneğin ABD'de, hattâ bugün bile, olmadığını göstermez. Antisemitizm sözcüğünü kendi de bir Yahudi düşmanı olan Wilhelm Marr adlı bir yazar ilk kez 1879'da kullanıp yerleştirmişti. Önceki çağlarla günümüzdeki salt Yahudi düşmanlığı arasında tavır yönünden belirgin farklar yok. Ancak, bu sözcük günümüzde hem ırkçı, hem dinsel açılarla sarmaş dolaş olarak eski ve yeni düşünceleri ve kavramları içeriyor.
Burada semitizm-karşıtlığının çeşitli dönemlerindeki ya da ülkelerdeki gelişmesini adım adım vermek gibi bir amacım yok. Bu konudaki kaynakçalar bile kitap boyutundadır. Dünya kütüphaneleri Yahudileri kendilerine özgü dinsel, tarihsel ve ekinsel bir oluşum olarak tanımlayan yayınlanmış yapıtlarla doludur. Yahudilere tüm dünyaya yayılmış en eski azınlık da denebilir. Günümüzdeki İsrail'i bir yana koyarsak, hiçbir yerde de ufak bir azınlık olma dışında bir varlıkları bulunmadığından, sık sık günah keçisi durumuna sürüklendiler. Hakça bir dünya için gerekli "öldürmeyeceksin!" gibi yasakları içeren ilk tek-Tanrılı ve örgütlü dindi. Yalnız İsrail oğulları içindi ve bu yüzden (Tanrıca) "seçilmişlik" inançları da vardı. Kuşkusuz, önemli bir din tartışması yarattıktan başka, daha sonraları, para erbabının sosyo-ekonomik düzeyleri ve sol kanat kuramcıları ya da eylemcileri olarak da kimilerinin rahatlarını kaçırıp bol düşman kazandılar. Endüstrileşme ve çağdaşlaşma gibi önünde durulmaz süreç içinde, Yahudi düşmanlığı eski kuşaklardan gençlere geçmeğe hazır biçimde yeni inançlara büründü. Yahudilerin bulunmadığı kimi toplumlarda bile, semitizm-karşıtlığı sürdü gitti. Bugün de vardır. Şu gerçeği de unutmamak gerekir: Kimi zaman, iyi insanlar da çok kötü şeyler yapabilirler.
Yahudi düşmanlığı, sanki dışarıdan mal getirtir gibi, sınırlardan içeri kolayca sokuldu. Katolik Kilisesinin Yahudilerin İsa'nın çarmıha gerilişinden bir halk olarak topluca sorumlu olamayacakları görüşü 1965 gibi çok geç bir tarihte açıklandı. Demek ki, yanlış bir genelleme yaklaşık 1940 yıl sürebiliyor. Bu arada, Yahudi düşmanlığının önde gelen devletlerden birinin, yani Nazi Almanyası'nın resmî siyaseti düzeyine çıkarıldığı son olayda İkinci Dünya Savaşı patlak vermiş ve milyonlarca Yahudiden başka daha milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuştu.
Bir yanda Osmanlı toplumunda Ermeniler, öte yanda da yukarıda kısaca tanımlanan dünya Yahudiliği kavramları birbirinden o denli farklı ki, söz konusu düşmanlığın nasıl olup da ve hangi çevrelerde büyüdüğünü, gene ayrıntıya gitmeden, saptamakta yarar var. Tek-Tanrı (monoteist) inancını geliştirip örgütleyen İsrailliler Antik Zamanların çok-Tanrılı (politeist) dünyasına karşı koyuyorlardı. Pers Kralı Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve orada tapınaklarını yeni baştan yapmalarına izin verdiyse de, Yahudilerin iman ettikleri tek, rakipsiz ve herkes için geçerli Tanrı düşüncesi eski Mısır, Bâbil, Yunan ve Roma kültürleriyle çatıştı. Büyük ölçüde monoteizme ve Musa'nın On Emrine dayalı Yahudi aktöre kavramları öteki toplumların anlayışlarından farklıydı. Bu bağlamda, bir havraya İmparator Kaligula'nın heykelinin konmasına karşı çıktıkları için Yahudilerin İ.S. 38'inci yıl gibi çok eski bir tarihte İskenderiye'de boğazlandıklarını anımsamak gerekir.
Hellenizm tanrılar ve tanrıçalar ailesi ve başka değer kavramlarıyla Yahudi dinine karşıydı. Yahudilik birçok Romalının gözünde imparatorluğun uygarlığını temelinden sarsabilirdi. Hıristiyanlık 321'de Roma'nın resmî dini durumuna gelince, kimi eski ön yargılar Yahudilere karşı yeni üretilen sözde Hıristiyan tavırlarının içine yüklendi. Eskileri de yanlıştı, yenileri de. Eski "tanrılar ailesi"nin yerini, bu kez, "Allah'ın Oğlu"nun çarmıha gerilişinden ötürü suçlanan Yahudilerin tümü almış oldu. Yahudiler topluca "suçlu" sayıldıktan başka, Yahudiliğin kendi de Hıristiyan dininin düşmanı sayılıyordu.
Bu ayrım ve baskı Birinci Haçlı Seferiyle (1096) yoğunluk kazanarak Yahudilerin kıyımını da içeren yeni gelişmelere yol açtı. Papazların çağrıları Orta Doğu'daki "Kutsal Toprakları tanrısız yabanılların ellerinden kurtarmak" gibi din perdelerinin ardında gizlendiyse de, Batı Avrupa'nın derebeyleri ekonomik yönden hem zengin, hem gelişmiş olan Doğu topraklarını talan ederek üstünde yaşayanları köle gibi kullanacakları beldelere el koyma isteklerini gizlemiyor ve Avrupa köylüleri de yaşadıkları yerlerdeki feodal baskıdan kaçıp kendileri için toprak edinme umutlarını sürdürüyorlardı. Bunların tümü Anadolu'yu, Suriye'yi ve Filistin'i Selçuk Türklerinin ve öteki Müslümanların elinden alma ve rakipleri olan Bizans'ı Doğu ile ticaretin dışına itme çabası içindeydiler. Daha yoğunlaştırılmış Yahudi-karşıtı ön yargılar bu genel ayrımcılık, sömürü ve talan tasarısının bir parçasıydı. Haçlı kalabalıklar bir yandan Trakya ve Anadolu'dan geçip Filistin'e doğru yol alacaklarını söylerken, Orta Avrupa'da yol üstüdeki Yahudi yerleşmelerini yerle bir ettiler ve insanlarını kıyıma uğrattılar. Haçlıların ilk sillesini Avrupa'da yaşayan Yahudiler yedi.
Osmanlı İmparatorluğundaki uygulamadan çok farklı olarak, Batı Avrupa Yahudileri çevredeki toplumun ekonomik yaşamı içine uzun süre kabul edilmediler. Toprak sahibi çiftçilik, el sanatları ve devlet hizmeti onlara genelde kapalı kaldı. Sevimsiz bir iş olan tefeciliğe yönelmeleri bundandır. Onlara karşı nefret öylesine yaygındı ki, Yahudiler daha Orta Çağ'da giysilerinin üstünde sarı bir işaret taşımak zorunda bırakıldılar. Yüzyıllar sonra Nazi Almanyası'ndaki benzer uygulama bir Yahudinin sokakta bile tanınması için alınan bu önlemin yinelenmesiydi. Bir Hıristiyan çocuğu aranıp da bulunamadı mı, onun Yahudilerce kaçırılıp Paskalya haftasında kanını özel bir ekmeğe karıştırmak için sözde "iğneli fıçı"da akıttıkları yalanı çevreye yayılırdı. İspanya'da "Engizisyon" diye bilinen özel yobazlık, soygun, işkence ve kıyım deneyiminden (1492) kurtulabilen Yahudilere Osmanlılar kendi topraklarını açıp baş tacı ettiler. Selânik gibi Doğu-Batı ticaretinin ana damarındaki kilit yerlere diledikleri gibi yerleşen onlardı.
İçlerinde çalışkan ve örgütçü olanlar gün oldu zenginleşti. Daha da öte, içlerinden büyük sermaye sahibi olanlar da çıktı. Bu kez de, kapitalizmden Yahudiler sorumlu tutuldular. Sermayeci düzeni eleştiren kuramcıların içinde Yahudi düşünürler de vardı. O zaman da, sosyalizm ve komünizmden ötürü gene Yahudiler suçlandı. Fransa'da biri Almanlara askerî sırları satınca, Yahudi kökenli Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un apoletlerini söküp kılıcını kırdılar ve hapse attılar. Suçlunun bir Fransız generalinin yakını olduğu belli olunca Dreyfus'a eski rütbesi geri verildi, ama benzer olaylarda ilk usa vuranlar Yahudiler oluyordu. Çarlık Rusyası'nda soldan devrim çanları çalmağa başladığında, Yahudilere yapılan kanlı saldırılara güvenlik güçleri de destek oluyordu. Rusçada pogrom denilen bu olaylardan sonra, Rus Yahudileri gidecek ülke aramağa başladılar ve ABD'ye Rusya'dan ilk toplu göçler böyle başladı.
Bu tarihsel birikim Alman Nazilerine 1935 Nuremberg Yasalarıyla doruğuna çıkan her türlü suçlama ve baskı aracını kullanma fırsatını verecekti. Weimar Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı Mareşal Paul von Hindenburg 30 Ocak 1933'de Nazi Partisinin önderi Adolf Hitler'i devletin şansölyeliğine atadı. Bu olay Nazilerin "iktidarı ele geçirme" anlamında Machtergreifung adını verdikleri büyük kilometre taşıdır. Bir-buçuk ay geçmişti ki, 22 Mart 1933'de Münih yakınlarında Dachau'da ilk toplama kampı açıldı.
Avrupa'nın ortasında kendini ekin yönünden ileri sayan bir ulusun yöneticileri Yahudileri ortadan kaldırma tasarısını uygulamağa koyuldular. Kimi endüstri erbabı, giderek bilim adamları bu gidişte siyasetçilerden daha az rol oynamadılar. Yeni iktidar Yahudi sorununu devletin işi durumuna getirdi. Tarihte görülmemiş bir Yahudi düşmanlığı yaratıldı. Bütünüyle ülküsel, ırkçı, resmî, hukuksal, bütüncül, yayılmacı ve kendi içinde tutarlıydı. Devlet Yahudilerin en değerli olanlarını bile ortadan kaldırmak istiyordu. "Albert Eistein'ın ve Fritz Haber'in de sırası gelecek!" başlığını taşıyan eski Alman yayınlarını Türkiye dışında çalıştığım büyük kütüphanelerde gördüm ve okudum. Yahudilere karşı olan yasalar Alman işgâli altındaki topraklarda da uygulanacaktı. Yeni Alman yönetimi devlet eliyle bir soykırıma doğru hızla yol alıyordu. Bunu izleyen birkaç yazıda bu konunun ayrıntılarına inmek gerekiyor. Toplama kamplarında gördüklerimi de bu yazılardaki bilgilere ekleyeceğim.
www.turksolu.org/266/ataov266.htm
Zirve100 |