denizciler neden hedef

Türk Silahlı Kuvvetleri içinde, “onur patlaması” olarak kavramlaştırılan intihar vakaları ülkenin gündemini sarsmaya devam ederken, intihar eden subayların çoğunluğunun Deniz Kuvvetleri’ne mensup olmaları dikkat çekiyor. Son olarak, bu Ağustos’ta amiralliğe terfisine kesin gözüyle bakılan Kıdemli Kurmay Albay Berk Erden’in intiharı, gözleri bir kez daha Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na çevirdi.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit’in Albay Erden’in cenazesinde yaptığı açıklamalara geçmeden önce, Denizci subayların intihar eğilimleri üzerinde durmak gerekiyor. Uzatmadan cevabı yazalım; irtica ile mücadele planı’ndan amirallere suikast planı ve kafes planı’na kadar birçok iddia ve buna eşlik eden çirkin karalama kampanyaları, Deniz Kuvvetleri’ni hedef almakta ve burada görev yapan personelin moralini bozmaktadır. Bugün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’na yaptığı destek ziyaretini, her türlü insani ölçünün dışındaki bu vicdansız sinir harbinin yarattığı tahribatı onarma çabası olarak görebiliriz.

Bu noktada, Orgeneral Yiğit’in “Poyrazköy’de cephane saklamakla suçlananlar, birliğin komutanı; neden silahları dere yatağına gömsünler ki?” sorusunun, Denizcilere karşı yürütülen kampanyanın gerçeklere dayanmadığı konusunda son derece ikna edici olduğunu belirtmek gerekmektedir. O halde şu soru akla takılıyor; haksız suçlamalar niçin Deniz Kuvvetleri üzerinde yoğunlaşıyor?

Karadeniz’de Egemenlik Savaşı

Bu sorunun cevabı, Amerika’nın Rusya’ya karşı izlediği siyasetin ayrıntılarında yatmaktadır. Kısaca bu ayrıntılara göz atalım.

4 Şubat günü Romanya Başkanı Traian Basescu’nun, ABD’nin füze savunma sistemini Romanya’ya yerleştireceği yönündeki açıklaması, kuzeyimizdeki güçler dengesini önemli ölçüde değiştireceğe benziyor. Nitekim Münih Güvenlik Zirvesi sırasında alınan bu “beklenmedik” karar, füze sisteminin İran’dan daha çok kendisine yöneldiğini düşünen Rusya’yı harekete geçirmiş ve ertesi gün devlet başkanı Medvedev, NATO’nun ve Amerika’nın yerleştireceği füze savunma sisteminin ulusal güvenliğe ve bölgesel istikrara tehdit oluşturduğunu kabul eden “yeni askeri doktrini” imzalamıştır. Batıya karşı oldukça sert bir tutum benimseyen bu yeni doktrinin, herhangi bir konvansiyonel saldırı veya ihtimali durumunda nükleer silah kullanımına izin verdiğini not edelim.

Geçtiğimiz yılın Eylül ayında ABD Başkanı Barack Obama, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurulması planlanan ve Bush döneminde hazırlanan füze kalkanı projesini kaldırdığını duyurmuştu. Bu proje, kara-temelli füze sistemini öngörüyordu. Karadeniz’e kıyısı olan Romanya üslü yeni füze kalkanı projesi ise, karanın yanında deniz-temelli füze sistemini de içermektedir ve Amerika Dış İşleri Bakanı sözcüsü bu durumun altını çizmektedir.* Kuşkusuz bu plan, Bush dönemindeki plana göre daha kapsamlı ve daha tehditkârdır.

Zaten mesele de bu noktada düğümleniyor; Amerika’nın Karadeniz’e taşınmasını içeren bu karara, Karadeniz’deki donanmasına beş savaş gemisi daha ilave ederek karşılık veren Rusya’nın Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov, “Amerika bu kararı alırken, Montrö Sözleşmesi’ni dikkate aldı mı?” sorusunu soruyor. Gürcistan’la yapılan Ağustos Savaşı sırasında, Amerika’nın “yardım” amaçlı savaş gemilerini boğazlardan geçirmek istemesiyle patlak veren Montrö krizi henüz belleklerimizdeki tazeliğini korurken, Karadeniz’de Montrö üzerinden yeni mücadelelerin başlayacağını öngörmek, zor olmasa gerek.

Karadeniz’e kıyı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin üç haftadan daha fazla kalamayacağına veya üçüncü ülkelere ait savaş gemilerine konan tonaj sınırına ilişkin maddeleri Amerikan tarafının hangi yollarla aşacağı belirsizliğini koruyor. Ne olursa olsun, ortada olan tek gerçek şudur ki, Romanya’ya yerleşen Amerika’nın Montrö’yü ihlal etmeksizin gemilerini Karadeniz’de tutması mümkün değildir.

Karalama Kampanyaları

Tekrardan Orgeneral Başbuğ’un Habertürk’e verdiği mülakata dönmekte yarar var; büyük devletlerin Karadeniz’e hâkim olma çabasına değinen Başbuğ, Karadeniz’in öneminin arttığını ve burada yapılacak ufak bir hatanın bile bedelinin elli-altmış sene sonra ortaya çıkacağını haber veriyor. TSK’ya karşı yürütülen iftira ve yıpratma kampanyasının iç mihraklardan mı yoksa dış mihraklardan mı destek aldığına ilişkin soruya da İlker Paşa, “Günü gelince konuşuruz onu da.” cevabını veriyor.**

O halde bir sonuca varabiliriz.

Montrö Sözleşmesi, Amerika’nın Rusya’yı kuşatma politikasının önündeki uluslararası hukuka ilişkin engellerden bir tanesidir; hem NATO tatbikatları hem de İsrail’le yapılan ortak tatbikatlarda bu sözleşmenin sürekli ihlal edilmesine bakarak, bu engelin önemli olup olmadığı tartışılabilir. Ancak, Gürcistan Savaşı sonrasında lehine dönen güç dengelerinden taviz vermek istemeyeceği anlaşılan Rusya’nın, bundan sonra, Montrö ihlallerine karşı daha duyarlı olacağını ve geçmişte olduğu gibi homurdanmakla yetinmeyeceğini söyleyebiliriz.

Özetleyecek olursak; Montrö üzerinden bir çatışma çıkarsa, hem boğazları elinde tuttuğu hem de Karadeniz’e kıyısı olduğu için, Türkiye bu çatışmanın dışında kalamaz. Amerika türünden tarihsel bir “müttefik”in, Türkiye yerine Romanya’ya yerleşmesi durumunda, terk edilme korkusu yaşayacak bazı unsurların Montrö’yü savunma konusunda bir direnç gösterme ihtimali bulunmaktadır ve Washington’un bu ihtimali göz önüne aldığı kesindir. Gerekçesi ne olursa olsun, bu direnci sergileyebilecek tek güç, Türk donanmasıdır.

Eşref Yiğit Paşa’nın,”gemiler teknoloji ile yüzüyor, ama morali bozulan personel gemiyi yüzdüremez” sözü çok yerindedir. Amerika’nın Montrö’yü ayak bağı saydığı bu aşamada, Türkiye’nin imzasının olduğu bu anlaşmayı savunabilecek güçlerin yıpratılmasını tesadüf sayamayız.

Sait Çakır
Odatv.com

*http://rt.com/Top_News/2010-02-04/romania.html
**http://www.haberturk.com/haber.asp?id=206589&cat=110&dt=2010/02/12

EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu
Zirve100
 
 
 
Bugün 543627 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol